Bir zamanlar “yeşilin başkenti” diye anılan Bursa, bugün kendi suyuna hasret. Uludağ’ın kalbinden süzülen kaynaklar bile tüm itirazlara rağmen paraya çevrilmiş durumda ki,Bursa, şimdi susuzluk tartışmalarının içinde debeleniyor.
Peki gerçekten suç kimde? Hoca’nın dediği gibi, eve girenin hiç mi suçu yok?
Bakın;
Bugün bu şehirde yaşananları izledikçe, geçmiş yıllar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gidiyor. Yaşananlar, yıllar önce seyrettiğimiz bir filmin yeniden gösterimi sanki. Dışlamalar, kutuplaşmalar, ihmaller… Arkası kesilmiyor. Hele barajların kuruması, içme suyundaki kesintiler tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Ama kimse dönüp de, “Bu kent sağlıklı büyüyemedi” diyerek öz eleştiri yapmıyor.
Oysa, istikamet belirlenirken bugünün çokça dillendirilen “çağdaş ve sürdürülebilir kalkınma” hedef alınsaydı, bugün bunları konuşuyor olur muyduk?
Bu güzelim şehir, yıllarca sağlıksız büyümenin sancılarıyla kıvranıp durdu. Kent kültürünü paylaşma, yaşama ve koruma noktasında belki Türkiye’nin örnek şehirlerinden biriydi. Ancak ihmaller zinciri, sadece kültürel dokuyu değil, şehrin fiziki yapısını bozdu.
Bu analizleri yaparken kimse yanlış anlamasın; meselem siyaset değil. Herkes bilir bizi, kıblemiz de bellidir. Ancak hakikat ortadadır:
1970’li yıllardan itibaren birkaç siyasetçi, kendi egoları ve çıkar hesapları uğruna bu kentin kimyasını bozdu. Yanlarına rantçıları da alarak, karar süreçlerine doğrudan ya da dolaylı şekilde etki ettiler.
Sonuç?
Bursa’yı sevimsizleştirdiler, insanını da mutsuz ettiler.
Bir dönem sadece oy uğruna yapılan toplu tapu dağıtımları, kaçak yapılaşmanın önünü açtı. Bunun en bariz örneği bugün Yıldırım’da görülüyor. Başkan Oktay Yılmaz, geçmişin bu hatalarını düzeltmek için belediyenin tüm imkânlarını seferber ediyor. Ancak yıllar kaybedildi, hem de çok…
Bugün susuzluk var, eyvallah. Buna kimsenin itirazı yok.
İsterseniz iklim şartlarına bağlayın, isterseniz BUSKİ'ye ait 18 milyar dolar borcun faizlerini ödemek için uğraşan mevcut yönetimin kalıcı adımlar atmadığına… Ama bir gerçek var: Bursa bu konuda da ihmal edilmiş bir şehir.
Uludağ yamaçlarından akan sular, özel şirketlere satıldı. Ovaya yüzlerce kaçak sondaj açıldı. Birinci sınıf tarım arazilerinin vasfı değiştirildi, betonla buluştu. Yeşil Bursa dedik, ama bugün yeraltı sularına bile ulaşamıyoruz.
Geldiğimiz noktada ise karşılıklı suçlamalar sürüyor. AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i “beceriksizlikle” suçluyor. Bozbey de çalışmaların devam ettiğini ifade ederek videolu açıklamalarla yanıt veriyor.
Oysa asıl mesele, kimin haklı kimin haksız olduğu değil. Asıl mesele, Bursa’nın geleceği. Bu şehirde insanlar huzurlu, sorunsuz bir hayat sürebiliyor mu? İşte asıl soru bu.
Unutmayalım, Uludağ’ın suları Bursa’nındır. Bu şehirde yaşayan herkesindir. O halde denetim yapılmalı, yapılmıyorsa da bir an önce yapılmalıdır.
Bu işin sorumlusu Büyükşehir Belediyesi mi, yoksa ilgili kamu kurumları mı? Kimse topu taca atmasın, gereğini yapsın.
Anlaşılan o ki mevcut iklim şartlarına bakıldığında önümüzdeki yıllar daha da zorlu geçecek.
Yazıyı Nasrettin Hoca’nın o meşhur fıkrasıyla bitirelim:
Bir gece Hoca’nın evine hırsız girmiş, yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp götürmüş. Hoca’nın evi talan olmuş. Komşular toplanmış, biri “Evde değerli eşya bırakılır mı?”, diğeri “Kapıya sağlam kilit takmadan dışarı çıkılır mı?” diye söylenmeye başlamış.
Hoca dayanamamış:
“İnsaf edin komşular,” demiş, “tüm suç benim mi, eve girenin hiç mi suçu yok?”
Bugün bu şehre bakınca, Hoca’nın sözleri kulağımda çınlıyor:
Suç sadece yönetenlerde değil, sessiz kalan bizlerde de...
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ercan Akyıldız
“Yeşil Bursa Kururken”
Bir zamanlar “yeşilin başkenti” diye anılan Bursa, bugün kendi suyuna hasret. Uludağ’ın kalbinden süzülen kaynaklar bile tüm itirazlara rağmen paraya çevrilmiş durumda ki,Bursa, şimdi susuzluk tartışmalarının içinde debeleniyor.
Peki gerçekten suç kimde? Hoca’nın dediği gibi, eve girenin hiç mi suçu yok?
Bakın;
Bugün bu şehirde yaşananları izledikçe, geçmiş yıllar bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gidiyor. Yaşananlar, yıllar önce seyrettiğimiz bir filmin yeniden gösterimi sanki. Dışlamalar, kutuplaşmalar, ihmaller… Arkası kesilmiyor. Hele barajların kuruması, içme suyundaki kesintiler tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Ama kimse dönüp de, “Bu kent sağlıklı büyüyemedi” diyerek öz eleştiri yapmıyor.
Oysa, istikamet belirlenirken bugünün çokça dillendirilen “çağdaş ve sürdürülebilir kalkınma” hedef alınsaydı, bugün bunları konuşuyor olur muyduk?
Bu güzelim şehir, yıllarca sağlıksız büyümenin sancılarıyla kıvranıp durdu. Kent kültürünü paylaşma, yaşama ve koruma noktasında belki Türkiye’nin örnek şehirlerinden biriydi. Ancak ihmaller zinciri, sadece kültürel dokuyu değil, şehrin fiziki yapısını bozdu.
Bu analizleri yaparken kimse yanlış anlamasın; meselem siyaset değil. Herkes bilir bizi, kıblemiz de bellidir. Ancak hakikat ortadadır:
1970’li yıllardan itibaren birkaç siyasetçi, kendi egoları ve çıkar hesapları uğruna bu kentin kimyasını bozdu. Yanlarına rantçıları da alarak, karar süreçlerine doğrudan ya da dolaylı şekilde etki ettiler.
Sonuç?
Bursa’yı sevimsizleştirdiler, insanını da mutsuz ettiler.
Bir dönem sadece oy uğruna yapılan toplu tapu dağıtımları, kaçak yapılaşmanın önünü açtı. Bunun en bariz örneği bugün Yıldırım’da görülüyor. Başkan Oktay Yılmaz, geçmişin bu hatalarını düzeltmek için belediyenin tüm imkânlarını seferber ediyor. Ancak yıllar kaybedildi, hem de çok…
Bugün susuzluk var, eyvallah. Buna kimsenin itirazı yok.
İsterseniz iklim şartlarına bağlayın, isterseniz BUSKİ'ye ait 18 milyar dolar borcun faizlerini ödemek için uğraşan mevcut yönetimin kalıcı adımlar atmadığına… Ama bir gerçek var: Bursa bu konuda da ihmal edilmiş bir şehir.
Uludağ yamaçlarından akan sular, özel şirketlere satıldı. Ovaya yüzlerce kaçak sondaj açıldı. Birinci sınıf tarım arazilerinin vasfı değiştirildi, betonla buluştu. Yeşil Bursa dedik, ama bugün yeraltı sularına bile ulaşamıyoruz.
Geldiğimiz noktada ise karşılıklı suçlamalar sürüyor. AK Parti İl Başkanı Davut Gürkan, Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i “beceriksizlikle” suçluyor. Bozbey de çalışmaların devam ettiğini ifade ederek videolu açıklamalarla yanıt veriyor.
Oysa asıl mesele, kimin haklı kimin haksız olduğu değil. Asıl mesele, Bursa’nın geleceği. Bu şehirde insanlar huzurlu, sorunsuz bir hayat sürebiliyor mu? İşte asıl soru bu.
Unutmayalım, Uludağ’ın suları Bursa’nındır. Bu şehirde yaşayan herkesindir. O halde denetim yapılmalı, yapılmıyorsa da bir an önce yapılmalıdır.
Bu işin sorumlusu Büyükşehir Belediyesi mi, yoksa ilgili kamu kurumları mı? Kimse topu taca atmasın, gereğini yapsın.
Anlaşılan o ki mevcut iklim şartlarına bakıldığında önümüzdeki yıllar daha da zorlu geçecek.
Yazıyı Nasrettin Hoca’nın o meşhur fıkrasıyla bitirelim:
Bir gece Hoca’nın evine hırsız girmiş, yükte hafif pahada ağır ne varsa alıp götürmüş. Hoca’nın evi talan olmuş. Komşular toplanmış, biri “Evde değerli eşya bırakılır mı?”, diğeri “Kapıya sağlam kilit takmadan dışarı çıkılır mı?” diye söylenmeye başlamış.
Hoca dayanamamış:
“İnsaf edin komşular,” demiş, “tüm suç benim mi, eve girenin hiç mi suçu yok?”
Bugün bu şehre bakınca, Hoca’nın sözleri kulağımda çınlıyor:
Suç sadece yönetenlerde değil, sessiz kalan bizlerde de...