Eskiden ne çok gülerdik biz.
Gülmek için ne çok nedenimiz vardı.
Küçükken yanımızda ailemiz, arkadaşlar, dostlar, elimizden tutanlar vardı.
Ailelerimizin “Prenses” kızları, “Paşa” oğullarıydık..
Minicik şeylerden ne çok mutlu olurduk.
Hem de o yoksulluk günlerinde..
Sonra büyüdük..
Herkes başka yerlere, biz bambaşka dünyalara savrulduk.
Sorumluluklar, yükler de arttı.
Yüzler asıldı, gülmeler azaldı, kahkahalar sustu.
Hep bir hırs, hep bir ulaşma çabası..
Herkes pür telaş, bir şeylere koşuşturuyor.
Ağır yaşam koşulları..
Yaşlılıklar, rahatsızlıklar, hastalıklar..
Ve, çevrenizde yaşanan ölümler ..
Hayat sıradanlaştı, biz de sıradanlaştık..
Dostları özler olduk, karşılıklı hatalar, pişmanlıklar yaşadık.
İnsanları daha çok tanımaya, kırılmaya, yıpranmaya başladık.
Eskiden ne kadar da güçlüydük, ki her şeyle savaşırdık.
Hayatımızda ayrılık, ölüm, hasret, acı hiç yoktu..
Arkamızda da “onlar” vardı.
Baba; en güçlü çınar ağacı,
Anne; hep sevecen, güler yüzlüydü..
Onlar da bizi koruyan kanatlarını bırakıp, uçup gittiler.
Evet biz büyüdük.
Büyüdükçe de küçüldük.
Hayaller küçüldü.
Çok şeyler küçülüp geride kaldı.
Şimdi arkamıza baktığımızda..
Meğer; kendimizi ne çok yormuşuz..
Meğer; ne boş şeylere kafamızı takmışız.
Meğer; yaşamda, o koşuşturmada biz ne çok şeyler istemişiz!..
Meğer; çok istedikçe mutsuz, o “mutlu ama yokluk günlerini” özler olmuşuz.
Hani şu; küçük şeylerle çok mutlu olduğumuz günleri..
Şimdi baktığımızda;
Mutluluğun ne olduğunu, geride kalanların omzuna başımızı dayayıp huzur bulduğumuzda öğreniyoruz.
Meğer; mutluluk buymuş..
Meğer; mutluluk yanı başımızdaymış..
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Erdal Nural
MEĞER KENDİMİZİ NE ÇOK YORMUŞUZ!
Eskiden ne çok gülerdik biz.
Gülmek için ne çok nedenimiz vardı.
Küçükken yanımızda ailemiz, arkadaşlar, dostlar, elimizden tutanlar vardı.
Ailelerimizin “Prenses” kızları, “Paşa” oğullarıydık..
Minicik şeylerden ne çok mutlu olurduk.
Hem de o yoksulluk günlerinde..
Sonra büyüdük..
Herkes başka yerlere, biz bambaşka dünyalara savrulduk.
Sorumluluklar, yükler de arttı.
Yüzler asıldı, gülmeler azaldı, kahkahalar sustu.
Hep bir hırs, hep bir ulaşma çabası..
Herkes pür telaş, bir şeylere koşuşturuyor.
Ağır yaşam koşulları..
Yaşlılıklar, rahatsızlıklar, hastalıklar..
Ve, çevrenizde yaşanan ölümler ..
Hayat sıradanlaştı, biz de sıradanlaştık..
Dostları özler olduk, karşılıklı hatalar, pişmanlıklar yaşadık.
İnsanları daha çok tanımaya, kırılmaya, yıpranmaya başladık.
Eskiden ne kadar da güçlüydük, ki her şeyle savaşırdık.
Hayatımızda ayrılık, ölüm, hasret, acı hiç yoktu..
Arkamızda da “onlar” vardı.
Baba; en güçlü çınar ağacı,
Anne; hep sevecen, güler yüzlüydü..
Onlar da bizi koruyan kanatlarını bırakıp, uçup gittiler.
Evet biz büyüdük.
Büyüdükçe de küçüldük.
Hayaller küçüldü.
Çok şeyler küçülüp geride kaldı.
Şimdi arkamıza baktığımızda..
Meğer; kendimizi ne çok yormuşuz..
Meğer; ne boş şeylere kafamızı takmışız.
Meğer; yaşamda, o koşuşturmada biz ne çok şeyler istemişiz!..
Meğer; çok istedikçe mutsuz, o “mutlu ama yokluk günlerini” özler olmuşuz.
Hani şu; küçük şeylerle çok mutlu olduğumuz günleri..
Şimdi baktığımızda;
Mutluluğun ne olduğunu, geride kalanların omzuna başımızı dayayıp huzur bulduğumuzda öğreniyoruz.
Meğer; mutluluk buymuş..
Meğer; mutluluk yanı başımızdaymış..