TBMM’nin Nisan 2025’te kabul ettiği İklim Kanunu, kâğıt üzerinde Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesinde bir dönüm noktası. 2053’te net sıfır emisyon hedefleyen bu yasa, yeşil büyüme masalını anlatırken, aklımda bir soru yankılanıyor: Bu kanun, gezegenimizi kurtaracak bir kahraman mı, yoksa sadece iyi niyetle yazılmış bir mektup mu?
Kanun, Emisyon Ticaret Sistemi’yle karbonu fiyatlandırmayı, şehirleri iklime dirençli kılmayı ve İklim Değişikliği Başkanlığı’nı sahnenin merkezine oturtmayı vadediyor. “Adil geçiş” lafı kulağa hoş geliyor; işçiden çiftçiye herkesin korunacağı söyleniyor. Ama muhalefetin sesi yüksek: CHP ve DEM Parti, kanunun büyük şirketlerin cebini doldururken doğayı unuttuğunu haykırıyor. Kömürlü santrallere veda için takvim yok, mutlak emisyon azaltım hedefi ise bir gölge gibi belirsiz.
Akdeniz’in kavurucu sıcağında, sellerle, yangınlarla boğuşan Türkiye için bu kanun bir umut ışığı olabilirdi. Kuraklığın vurduğu tarlalar, yanan ormanlar bize zamanın daraldığını söylüyor. Yerel iklim planları ve dirençli şehirler fikri heyecan verse de iş uygulamaya gelince dizler titriyor. Denetim nasıl olacak? Toplum bu işe ne kadar dahil edilecek? Sorular havada asılı.
İklim Kanunu, Paris Anlaşması’na selam çakan bir başlangıç. Ama kağıttaki sözler, sahada hayat bulmazsa neye yarar? Gözüm, bu yasanın ruhunu taşıyacak cesur adımları arıyor. Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya borçluyuz; bunu başarmak için kanunun satır aralarını değil, sahici eylemleri konuşmalıyız. Yoksa bu kanun, sadece rüzgârda uçuşan bir yaprak olur.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Mehmet Ali Akçaseven
İklim Kanunu: Umut mu, Hayal mi?
TBMM’nin Nisan 2025’te kabul ettiği İklim Kanunu, kâğıt üzerinde Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadelesinde bir dönüm noktası. 2053’te net sıfır emisyon hedefleyen bu yasa, yeşil büyüme masalını anlatırken, aklımda bir soru yankılanıyor: Bu kanun, gezegenimizi kurtaracak bir kahraman mı, yoksa sadece iyi niyetle yazılmış bir mektup mu?
Kanun, Emisyon Ticaret Sistemi’yle karbonu fiyatlandırmayı, şehirleri iklime dirençli kılmayı ve İklim Değişikliği Başkanlığı’nı sahnenin merkezine oturtmayı vadediyor. “Adil geçiş” lafı kulağa hoş geliyor; işçiden çiftçiye herkesin korunacağı söyleniyor. Ama muhalefetin sesi yüksek: CHP ve DEM Parti, kanunun büyük şirketlerin cebini doldururken doğayı unuttuğunu haykırıyor. Kömürlü santrallere veda için takvim yok, mutlak emisyon azaltım hedefi ise bir gölge gibi belirsiz.
Akdeniz’in kavurucu sıcağında, sellerle, yangınlarla boğuşan Türkiye için bu kanun bir umut ışığı olabilirdi. Kuraklığın vurduğu tarlalar, yanan ormanlar bize zamanın daraldığını söylüyor. Yerel iklim planları ve dirençli şehirler fikri heyecan verse de iş uygulamaya gelince dizler titriyor. Denetim nasıl olacak? Toplum bu işe ne kadar dahil edilecek? Sorular havada asılı.
İklim Kanunu, Paris Anlaşması’na selam çakan bir başlangıç. Ama kağıttaki sözler, sahada hayat bulmazsa neye yarar? Gözüm, bu yasanın ruhunu taşıyacak cesur adımları arıyor. Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya borçluyuz; bunu başarmak için kanunun satır aralarını değil, sahici eylemleri konuşmalıyız. Yoksa bu kanun, sadece rüzgârda uçuşan bir yaprak olur.